29 Aralık 2008 Pazartesi

Unutmadık

Yaralı bayramlar geçti
Mevsimler, bütün anlamlarıyla
Yüreğin koyu yerinde birikenler
Kendi takvimleriyle gelip geçtiler
Gelip geçti şehirler ve ölüler
Unutmadık
Topraktan çobanyıldızına değin
Her yer
Her şey
Mümkündü
Nazım kadar coşkulu
Aragon kadar aşık
Lorca kadar yaralıydık
Unutmadık

Orada bir coğrafya yağmalanıyor
Orada gazetelerin ofset baskısı
Orada yeniden yazılıyor 835 satır
Ve umudunu kaybetmeyen şehirler

Gökyüzünün karanlık kefeniyle örttük
Yıldızların delik deşik ettiği ölülerinizi
Adsız ölülerinizi
Adları bir coğrafya ile yan yana yazılan
Gövdelerinizi unutmadık, unutmadık hiçbirinizi

Savaşlar ve pazarlar çağıydı
Aynı silahlardı kullandığımız
Aynı çarsılar aynı kandı
Sevgiye ve kurşuna açılmayan yüreklerden geçtik
Pusu yataklarından, dağılmış bahçelerden
Viran tarihten
Uykuları çevik, namlularını oğulları gibi seven
Çocuklar gibi küsüp
Kırda gelincikler gibi gülümseyen
Müsademe çocuklarını gördük
Geçip gidiyorlardı
Tarihin en uzun gecesinden

Pazarlarda aynı kan
Aynı paranın değiş tokuşunda
Karanlık çarşılar
Aynı kanlı tarih her defasında
Bir biz kaldık bu kadar içindeyken hayatın
Ölüme yakın duran
Bir de on binlerin korosunda haykıran
İntifada intifada intifada

İki güzelliğimiz vardı bizim
Ufkumuzdan inen
Ve bir daha geri dönmeyen iki güzelliğimiz
Birini kurşunlar, ötekini ofset baskılı resimler aldı
Otuz üç kurşun sıkıldı her birimize
Kutuplar kadar uzak, baba ocağı kadar yakın
Doğunun gündüz ve gecelerinde
Otuz üç yıldız
Hala ışığını gönderiyor bize

Birkaç çakmaktaşı cebimde gezdirdiğim
Birkaç karanfil
Yol için ipek, uyku için maya
Kalbiniz için
Kara bir yemin gibi çırılçıplak
Kelimeler getirdim
Kaybolmuş yüzyılların vatanında
Ölümün erken takibe aldığı çocuklar
Dağlarda değilim sizinle birlik
Yalnızca mataranıza su vermeye geldim
Nazım kadar coşkulu
Aragon kadar aşık
Lorca kadar yaralı
Serap ile hakikat arası
Çağın aşamadığı uçurumlarda
Gider gelirim gider gelirim

Efsanelerin çeşitlendiği yol ağızlarındaki büyük kamaşma
Anda gizlenen zaman
Ateşin avesta dili
Bitkiler, otlar, kökler
Dağlanmış dil, narın rengi
On binlerin dönüştüğü uğuldarken
Doğunun yeni defteri
Topraktan çoban yıldızına değin
Her yer her şey karanlık bir pusuda
Yazının, tekerleğin, tarihin
İlk çocuklarından
Ey büyük Mezopotamya
İki bin yıllık gece
Dön geri bak
Kardeşlerim ölüyor kalbimin doğusunda

Murathan Mungan

mythe


Artık beni kimse yalnız bırakamaz

Özdemir Asaf

7 Aralık 2008 Pazar

Balık


zokayı yutmuşum ben bir zaman
ah dilim yaralı
konuşamam.

Birhan Keskin

5 Aralık 2008 Cuma

Ağır Yaprak


Ve kalb uzun süren görmeyişleri
Kuru bir yaprağı kaldırır gibi kaldırırdı.
Gece yarısından sonra parklarda
İlerki saatlere kalırdı.

Serinlerdi yağmurlarda gerekince
Islak uzun yollar odalar dar gelince
Çarpıntılı bir geceye girerdi yeniden
Gün yeni başlarken.

Belli bir yaştan sonra
Korkulur artık aşklardan.

Behçet Necatigil

27 Kasım 2008 Perşembe

Fevkalâde memnunum dünyaya geldiğime


Fevkalâde memnunum dünyaya geldiğime,
toprağını, aydınlığını, kavgasını ve ekmeğini seviyorum.
Kutrunun ölçüsünü santimine kadar bilmeme rağmen
ve meçhulüm değilken güneşin yanında oyuncaklığı
dünya, inanılmayacak kadar büyüktür benim için.
Dünyayı dolaşmak,
görmediğim balıkları, yemişleri, yıldızları görmek isterdim.
Halbuki ben
yalnız yazılarda ve resimlerde yaptım Avrupa yolculuğumu.
Mavi pulu Asya'da damgalanmış
                                              bir tek mektup bile almadım.
Ben ve bizim mahalle bakkalı
ikimiz de kuvvetle meçhulüz Amerika'da.
Fakat ne zarar,
Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar
her mili bahride, her kilometrede dostum ve düşmanım var.
Dostlar ki bir kerre bile selâmlaşmadık
aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz.
Ve düşmanlar ki kanıma susamışlar
                                               kanlarına susamışım.
Benim kuvvetim :
bu büyük dünyada yalnız olmamaklığımdır.
Dünya ve insanları yüreğimde sır
                                               ilmimde muamma değildirler.
Ben kurtarıp kellemi nida ve sual işaretlerinden,
büyük kavgada
                         açık ve endişesiz
                                                     girdim safıma.
Ve dışında bu safın
                            toprak ve sen
                                     bana kâfi gelmiyorsunuz.
Halbuki sen harikulâde güzelsin
                                     toprak sıcak ve güzeldir.

Nazım Hikmet

14 Kasım 2008 Cuma

Illusion


Eski bir sevdadan kurtulmuşum;

Artık bütün kadınlar güzel;

Gömleğim yeni,

Yıkanmışım,

Traş olmuşum;

Sulh olmus.

Bahar gelmiş.

Güneş açmış.

Sokağa çıkmışım, insanlar rahat;

Ben de rahatım.

Orhan Veli

9 Kasım 2008 Pazar

Eski kırık bardaklar


İşte bu ellerimle yalnızım bu inanmazsan bak
Bu saçlarımla bu iyi giyimlerimle paralarımla
Sen varsın ya sen çoğu kez yetmiyorsun
Uzakta mısın sen misin söylemiyorsun
Bakışın mı eksik dudakların mı anlamıyorum
O adamlar geliyor aklıma karanlık iri yarı
O gemiler ipleri yelkenleri dümenleri dökük
Unuttuğum kırlangıç kuşları kırık bardaklar
Bir ahşap evde taşlıkta yaz günleri bilmesem
Bir testiden soğuk soğuk sular sızdığını bilmesem
Güç dayanırım

Bu durum tek başıma beni suçlandırıyor
İşte gör sabah akşam başucumdayım

Bakın bu ikide birde bozulan güneş
Bu durup dururken sokan yılan
Bu kırık bardaklar çöplüklerde
Aşkın şiirin ölümün en kolayına gitmek
Caddeleri sevmediğim kadınlarda yitirdiğim
Biliyorum sebebini bir bir biliyorum
Öyle kolay kendisi kurtulması söylemesi öyle kolay
Kolaylığından sıkılıyorum
Kurtulmak elimden gelmiyor

Turgut uyar

YAY


Derinden sesler geliyor 

Durduramaz beni aşkın
Bekle geçinceye kadar 

Yayı daha germe 

Kıracaksın. 

Karanlıkta kımıldayan düşünceyi 

Göremez sendeki göz 

Örtülere büründüğüm şu anda 

Düşmüş senden kumaşlar 

Çıplaksın. 



Eser serin bir rüzgâr 

Sen çok sıcaksın 

Koptu senden ellerim, köprü yıkıldı 

Seni benim tarafa nasıl alabilirim 

Uzaksın.

Behçet Necatigil

3 Ekim 2008 Cuma

Ayşemayşe


Tüyü bitmemiş yetimliğimde miydin neydin, oysa babam yine sağ

Ama adın Ayşe´ydi, ya da ayşemayşeydi ki

Seni sırtımda bir küfe ana-kız gibi sevdim

Değdim de denebilir - bakışıyorduk ya -

Kış aksırığı hohlanmış ellerine



Sonra senler bir başıboşluğa tüydü gitti

Çalpara eteklerin çapraz ellerimde

Sen de öyle mi yap dedim kendi kendime

Coş savrul koşukoşuver esri

- Ne haddime? -

Ne haddime mi



Oh, her çimdik morartısına indiğimde

Bir dişi çukur - çıkmak belki de -

Basamaklar noksandı hep

Tabanlarımla merdiven içiçe

Yepyeni bir göz takınıyordum tez

Senin senden önceni görmeyesiye

Adın Ayşe miydi, ayşemayşe miydi ne



Kıraça daldım çok, kireç kerpiçe som buğday ekercesine

Yufkayı un-ufak edercesine, ne ki en acıkımlık

Gölgesinde bir leş yatırın çınarına ilk balta bu sevi

İçi vıyıl vıyıl kurt, o da bir çeşni

Ama kıç cebinde hep o yassı şişe

İlle seni övdüm seni bildim seni sevdim yaşadım

Yani bir gidişat ki pırnakıl bencesine

Herkese duyur emi

Ötesi tüm ayşemayşe



Ha, bir de dulun penceresine tırmanmıştım yaz serinliğinde


İbrişim dokurcasına keten kenevir yerine

Ah ödünç Ayşe, ah yaşamın eğirdiği kıvrak yün

Kâh kendini didiklercesine edindiğim büklüm filoş

Dur, tâ gitme

Bülûğ gövdede bir yanı gevşek örgüm

Varını nakışlarcasına mıydı beni sevmen

Alı al molu mor kilimler saçağında

Bir azman çiçek gibi bükülmezliğimde, hoş

Dipdiri sırmayı tiftikleyip de püskül kılmacasına

Sımsıcak, yorgan-döşek, bitirim



Maraş´ları Muş´ları hep geze geze

İstanbul´dan hiç mi hiç çıkmadım

Nice senler saysam yol boyunca sevdiğim

Tepeden tırnağa ayşemayşe



Sana bağdaş kuruşlarım mı? tuzuyaş´ın biriydim

Hep o ben yaşımda

İster şuydun de, ister buydun; doğrusu Metin

Eh, bana bir türkü şimdi, ilki Karacaoğlan´dan



Hasan yanım hâlâ çocuk tâ Alamanya´larda


Özetliyeyim mi?

Bu bir sevi tınazı

Ve de ben kırık-dökük bir yaba.

Metin Eloğlu

18 Eylül 2008 Perşembe

Yağmur Kaçağı


elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni


geceleri bir çarpıntı duyarsan
telâş telâş yağmurdan kaçıyorum
sarayburnu'ndan geçiyorum
akşamsa eylül'se ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni

Attila İlhan

15 Eylül 2008 Pazartesi

Güzel Hafıza

Konuşulmayan konu, kapatılmayan kapı,
hapse giriyorsun, ama kapı açık,

eh, bu da bir adalet sağlamıyor,

iki tekrar işte, iki yılanın hikâyesi.



Tahrik etme, boş ver, şiddeti büyütme,

bırak şu meşenin altına uzanayım,

bırak palamut meşeyi terketmesin,

ihtimallerle insan mahkûm edilmesin.



Adalet olan yere kim sığınmaz ki,

madem unutacaksın, o zaman hatırlama,

kalp bu, iyisi de var, kötüsü de,


işte, ben her zaman buna inanıyorum.

Ahmet Güntan

7 Eylül 2008 Pazar

Bir Ay Aldım Diyarbakır`dan Tokat'ta Biri Öldü O Zaman

Tokatlı diyorlar ya da bir atın başlangıcı 

Eğilmiş, sakin, içkiler alıyor kalabalıktan 

Şimdi o mor gözleri mor bir kadınla ilgili 

Birazı namuslu iyi, birazı açıkça perişan 

Ya da bir kadın bir kadını öper gibi 

Hiçbir şey anlamıyor yaşamaktan. 

Hiçbir şey anlamıyor diyelim anlamıyor 

Ama bir yalnızlığı tamamlıyor durmadan
Askerler geziniyor, her yerde bu göz kahveleri 

Ben bu gözlere Tokat'ta rastladımdı bir zaman 

Hopalı biri vardı, hamalın biri 

Daha hiç çıkmayacak karısının koynundan. 


Bir kadeh olmalı ya da bir rakının başlangıcı 

Ansızın bir göl Anadoludan 

Bir yanda bir balıkçıl ne zaman istese ölür 

Kocaman iz bırakır çılgınlığından
Sonra o adamlar ki çelimsiz, esmer, bıyıklı 

Ve bütün gün sevişirler acılarıylan. 


Tokatlı diyorlar ya da bir ekmeğin başlangıcı
Ezilmiş, sakin, onca bir yoksulluğu ödüyor durmadan 

Bu kimin evreni, bu saçına bir el atma saatlerinde
Bu kim ki ölüyor, Tokatta ölüyor her zaman 

Ya da bir erkek bir erkeği öper gibi
Hiçbir şey anlamamış yaşamaktan.

Edip Cansever

29 Ağustos 2008 Cuma

Anlatıyor her şey


Her şey, her şey ay gözleyen Babil'le başladı.

Adlar onu izledi. Adlandırınca, her şey sıkıcı oldu. Sessizlik bozuldu. Büyük sessizlik.

Diyorsun tarihte hayvan adlarına hiç rastlanmaz. Çiçek adlarıyla seslere de... Sesler ki... her şeydir.

Unutmam her şey dünyanın bir ucundan tutuyordu. Baktım zaman adını alınca tanınmaz oldu. Adını bir türlü usunda tutamıyordu bir kuş. Sıra dağlara geldiğinde, adlarını bilmiyordu hiçbiri.

Ne güzel.

Adlandırmak ölümdür!

Nerden baksak kendini anlatıyor her şey.

Fatih, kısa boyluydu.

Bir firavuninciri yetiştiricisiydi Amos.

Farabi, esmerdi.

Ah, hiç tanışmamalıydık adlarla. Adlarla gördüğümüz dünya, dünya değildir. Bu yüzden yeryüzünü görmeden göçüp gidiyoruz. Ağırlığı olmayan yoktur. Burdan başlamalıydık. Çılgın zaman dışarda kaldı. Bölündük. Artık ne yazarsak ölümü yazarız, ölümü ve zamanı.

Neden bilmem ölümü artık dikey okuyorum. Siz de deneyin. Değer bu.

Burda kesiyorum. Duydum bir ot konuşuyor kendince. Hem kuşların doğum gününde olacağım. Gece beni bekliyor. Yolu biliyoruz.

27 Ağustos 2008 Çarşamba

can verme gam-ı aşka ki aşk afet-i candır 



can verme gam-ı aşka ki aşk afet-i candır 

aşk afet-i can olduğu meşhur-u cihandır 



sakın isteme sevda yı gam aşkda hergîz

kim hâsıl-ı sevda yı gam-ı aşk ziyandır 



her ebru-yı ham katlinde bir hançer-i hun-rîz

her zülf-i siyeh kasdına bir ef'i yılandır 



yahşi görünür sureti mehveslerin amma 

yahşi nazar ettikte ser-encamı yamandır 



aşk içre azap olduğun andan bilürem kim 

her kimse ki aşıktır işi ah ü figandır 



yad etme kara gözlülerin merdüm-i çeşmin 

merdüm deyip aldanma kim içtikleri kandır 



gel derse fuzuli ki güzellerde vefâ var
aldanma ki sair sözü elbette yalandır

Fuzuli

21 Temmuz 2008 Pazartesi

Aysel Git Başımdan



aysel git başımdan ben sana göre değilim 

ölümüm birden olacak seziyorum. 

hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim 

aysel git başımdan istemiyorum. 



benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün 

dağıtır gecelerim sarışınlığını 

uykularımı uyusan nasıl korkarsın, 

hiçbir dakikamı yaşayamazsın. 

aysel git başımdan ben sana göre değilim. 

benim icin kirletme aydınlığını, 

hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim 


Islığımı denesen hemen düşürürsün, 

gözlerim hızlandırır tenhalığını 

yanlış şehirlere götürür trenlerim. 

ya ölmek ustalığını kazanırsın, 

ya korku biriktirmek yetisini. 

acılarım iyice bol gelir sana, 

sevincim bir türlü tutmaz sevincini. 

aysel git başımdan ben sana göre değilim. 

ümitsizliğimi olsun anlasana 

hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim. 



sevindiğim anda sen üzülürsün. 

sonbahar uğultusu duymamışsın ki 

içinden bir gemi kalkıp gitmemiş, 

uzak yalnızlık limanlarına. 

aykırı bir yolcuyum dünya geniş, 

büyük bir kulak çınlıyor içimdeki. 

çetrefil yolculuğum kesinleşmiş. 

sakın başka bir şey getirme aklına. 

aysel git başımdan ben sana göre değilim,
ölümüm birden olacak seziyorum, 

hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim.
aysel git başımdan seni seviyorum...

Attila İlhan

Gele


Neyle geleceksin otobosla mı
Kuşla mı
Kuşla mı dediğim bunca dikende eşine eşine
Ya da bıktım şu Anadolu Rumeliliğinden diye
Mi geleceksin

Gel ya da kendi sarmaşığından sarka sarka sız
Hani leylâklar açarken ilk pençeyi
Bir cin bulut gölgesinde tuza banık caneriği be
Yaş onbeşte evden tüymüşcesine e mi

Kûfî bir kırk yıl mı ne geçti aradan
N’o yine mi gideceksin
Daha gelmeden

Metin Eloğlu

18 Temmuz 2008 Cuma

Vuslat


Bir uykuyu cânanla beraber uyuyanlar,
Ömrün bütün ikbâlini vuslatta duyanlar,
Bir hazzı tükenmez gece sanmakla zâmanı,
Görmezler ufuklarda, şafak söktüğü ânı...
Gördükleri rü'ya ezelî bahçedir aşka;
Her mevsimi bir yaz ve esen rüzgâri başka.
Bülbülden o eğlencede feryâd işitilmez;
Gül solmayı; mehtâb, azalıp gitmeyi bilmez...
Gök kubbesi her lâhza, bütün gözlere mâvi...
Zenginler o cennette fakirlerle müsâvi;
Sevdâları hülyâlı havuzlarda serinler,
Sonsuz gibi, bir fıskiye âhengini dinler.

Bir rûh, o derin bahçede bir defa yaşarsa
Boynunda O'nun kolları, koynunda O varsa,
Dalmışsa O'nun saçlarının râyihasiyle,
Sevmekteki efsûnu duyar her nefesiyle.
Yıldızları, boydan boya doğmus gibi, varlık
Bir mûcize halinde o gözlerdendir artık.

Kanmaz, en uzun bûseye, öptükçe susuzdur
Zirâ, susatan zevk, o dudaklardaki tuzdur.
İnsan ne yaratmışsa yaratmıştır o tuzdan...
Bir sır gibidir az çok ilâh olduğumuzdan.
Onlar ki bu güller tutuşan bahçededirler.
Bir gün nereden hangi tesadüfle gelirler?
Aşk, onları sevkettiği günlerde, kaderden
Rüzgar gibi bir şevk alır, oldukları yerden.
Geldikleri yol, ömrün ışıktan yoludur o!
Alemde bir akşam ne semavî koşudur o!
Dört atlı o gergerdûne, gelirken dolu dizgin,
Sevmis iki rûh ufku gorurler daha engin,
Simalari her lâhza parildar bu zeferle;
Gok, her tarafindan, donanir mes'alerle!


Bir uykuyu cânanla beraber uyuyanlar,
Varlikta butun zevki o cennette duyanlar
Dunyayi unutmus bulunurken o sularda,
-Zâlim saat ihmâl edilen vakti calar da-
Bir ân uyanirlarsa lezîz uykulardan,
Bastanbasa, heryer kesilir kapkara, zindan...
Bir fâciadir boyle bir âlemde uyanmak...
Gunden gune, hicranla bunalmis gibi, yanmak...
Ey tâli Olumden ne beterdir bu karanlik!
Ey âsk O gonuller sana mâloldular artik!
Ey vuslât O âsiklari efsûna râmet!
Ey tatli ve ulvî gece Yillarca devam et!

Yahya Kemal

11 Temmuz 2008 Cuma

Ay zeytin gece


Kamçılı karanlıktı geldin üstüme
Bütün masalları dolaştın
Ay zeytin gece
Ay vurmuştu alnına
Perçemlerin Tokat akıtması
Yorgundu atılmış yılan derisi
Değiştirilmiş güvercin gömleği tende
Nereye gidiyorsun, dedim
Zeytinlerin arasından
Siste silinip giderken yollar
Aydı zeytindi geceydi
Korkmadım bağırdım ardından
Aydaki zeytindeki gecedeki delikanlı
Nereye böyle
Aldı rüzgar sesimi duyurmadı
Vurdu geçti durduğum yeri
Gümüşünü silkeledi yüzüme
Atının kanatları
Ben öldüm, ölüm bulunamadı
Kamçılı bir karanlıktı
Hikayemin gecesini dürdüm de
Kimse çıkamadı dışarı
Ay kaldı zeytin kaldı gece kaldı
Sis kaldı yollar kaldı
Karanlıktı

Murathan Mungan

4 Temmuz 2008 Cuma

Olgunluk


I
Birbirine dolanan hayaller yumağıdır hayatımız
kim karar verebilir birbirine dokunan taş ve su
hakkında, kimin kimi ayakta tuttuğuna, ve günün
aslında kumdan, tuzdan ve ışıktan oluşmadığına.
Boşlukları doldurduğumuzda belirecek hayatın
anlamı, taşı ve suyu doğru yorumladığımızda, bir
yarı öbür yarıyı anlayacak: olgunluk bize yaban
meyvesi gibidir, gevşek ağızlarımıza dokunan zehir!
kim sana verdiklerimi senden aldıklarımı çözebilir?
birbirine dolanan hayaller yumağıdır hayatımız,
hayalleri dik tutmak gerekir.

II
Ben yumuşak tuşlarına basacağım hayatın
sen çatıyı kur
sırları soracağım ben, sen hayatın anlamını ara
yazın yönünü değiştireceğim ben
sen yolculuğa çık.
ben arka bahçeyi özlerim
sen inat et.

Birhan Keskin

29 Haziran 2008 Pazar

sun sâgarı sâkî bana mestâne disünler



sun sâgarı sâkî bana mestâne disünler

uslanmadı gitdi gör o dîvâne disünler



peymânesini her kişi doldurmada burda

şimden gerü bu meclise mey-hâne disünler



dil hânesini yık koma taş üstüne bir taş 

sen yap anı iller ana vîrâne disünler



gönlünde senin gayrü sivâ sûreti n'eyler

lâyık mu bu kim kâ'be'ye büt-hâne disünler



yahyâ'nın olup sözleri hep sırr-ı mahabbet

yârân işidüb söyleme yabane disünler

Şeyhülislam Yahya

Bir Misafirliğe


Bir misafirliğe gitsem
Bana temiz bir yatak yapsalar
Her şeyi, adımı bile unutup
uyusam...

Melih Cevdet Anday

23 Haziran 2008 Pazartesi

Saint Antoine'ın Sevişme Vakti


Bu gökyüzü 
Her gün böyle değildir Saint-Antoine'in üstünde
Belli sevişme vakti
İşte pencereler ilk kollarını açtı
Karıncalar yuvalarından çıktı
Yosunlar uyandı
Gerildikçe gerildi gökyüzü
Dikiş diken kız penceresinde ilk kez mutlu
Denize bakan evler kahveler ilk kez mutlu
Hiç korkmamalı artık Lambodis
Eleni hiç korkmamalı
Bütün güvercinler havalandı kimse korku nedir bilmiyecek
Herşeyin uyandığı bir saatte
Aşk başlayacak
Herşey duracak
Bir kızın elleri elbisesine uzanmışken duracak
Saint-Antoine ilk sandukasından çıkıp deniz kıyısı bir yere
gidecek
Onunla tüm sandukalar, evliya resimleri, İsa'nın kendisi
arkasından gelecek
Herşey yerini aşka bırakacak
Sandalya aşka
Pencere aşka
Saint-Antoine'in tavanı bir başka tavana doğru yürüyecek
Kapı bir başka kapıya doğru
Hiçbir şey küçüleyim demiyecek
Daha bir büyüdüğünü göreceğiz gökyüzünün
Daha bir mavi denizi
Gözlerden gözlere bir esmerlik halinde o aşk gidecek
En güzel şarkılarla şimdi İstanbul'a gelen o
Şimdi herhangi bir yerde kızın elleri ağzı onun için büyüyor
Bir çocuk annesinin memesini onun için bırakmıyor
Saint-Antoine'in güvercinleri
Onun için havada
Şiirde bu düzen kaygusu onun için
Bu gökyüzünün başka anlamı olamaz.

İlhan Berk

18 Haziran 2008 Çarşamba

Havuz


Akşam yine toplandı derinde...

Canan gülüyor eski yerinde
Canan ki gündüzleri gelmez
Akşam görünür havz Üzerinde,

Meh-tab kemer taze belinde
Üstünde sema gizli bir örtü
Yıldızlar onun güldür elinde...

Ahmet Haşim

15 Haziran 2008 Pazar

Yaşamaya Dair 1



Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi meselâ,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani, o derecede, öylesine ki,
meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut, kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel, en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak, yani ağır bastığından.

Nazım Hikmet

14 Haziran 2008 Cumartesi

Birinci Mehmet



bedreddin yaşıyor mu hala?

Ben ki yazmalara ve bala
hükmedendim; ihaneti gül diye
resmedendim; denizin gönderine ölümü
çektirendim ben, lala

bedreddin yaşıyor mu hala?

dersin ki onu, mülhidlerini
ormandan ayırmak olası değil
boynu laleden geçilmez
saçları taflandır ve çağla
ve alnı ak ketende yaban çileği
gibi dağılan onlardı, lala

bedreddin yaşıyor mu hala?

Kuşlarla akan ipeği
göllerde uçan çiniyi
ve sevdayı, umarsız kına çiçeği
gibi bölüşen onlardı, lala

bedreddin yaşıyor hala.

Hilmi Yavuz

"adı aşk"



Cihânı hiçe satmaktır adı aşk
Döküp varlığı gitmektir adı aşk

Elinde sükkeri ayruğa sunup
Ağuyu kendi yutmaktır adı aşk

Belâ yağmur gibi gökten yağarsa
Başını ana tutmaktır adı aşk

Bu âlem sanki oddan bir denizdir
Ana kendini atmaktır adı aşk.

Var Eşrefoğlu Rûmî bil hakikat
Vücudu fâni etmektir adı aşk.


Eşrefoğlu Rumi

13 Haziran 2008 Cuma

Geyikli Gece


Halbuki korkulacak hiç bir sey yoktu ortalıkta
Herşey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk

Geyikli geceyi hep bilmelisiniz
Yeşil ve yabani uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
Hepimizi vakitten kurtaracak

Bir yandan toprağı sürdük
Bir yandan kaybolduk
Gladyatörlerden ve dişlilerden
Ve büyük şehirlerden
Gizleyerek yahut döğüşerek
Geyikli geceyi kurtardık

Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza
Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
Bilir bilmez geyikli gece yüzünden

"Geyikli gecenin arkası ağaç
Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
Çatal boynuzlarında soğuk ayışığı"
İster istemez aşkları hatırlatır
Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
Şimdi de var biliyorum
Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli

Hiçbir şey umurumda değil diyorum
Aşktan ve umuttan başka
Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor

Biliyorum gemiler götüremez
Neonlar ve teoriler ışıtamaz yanını yöresini
Örnegin Manastır'da oturur içerdik iki kişi
Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
Koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi
Geyikli gecenin karanlığında

Aldatıldığımız önemli değildi yoksa
Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
Gümüş semaverleri ve eski şeyleri
Salt yadsımak için sevmiyorduk
Kötüydük de ondan mı diyeceksiniz
Ne iyiydik ne kötüydük
Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
Başta ve sonda ayrı ayrı olduğumuzdandı

Ama ne varsa geyikli gecede idi
Bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
Büyük otellerin önünde garipsiyorduk
Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
Yahut bir adam bıçaklasak
Yahut sokaklara tükürsek
Ama en iyisi çeker giderdik
Gider geyikli gecede uyurduk

"Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
İmdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
Sultan hançerleri gibi ayışığında
Bir yanında üstüste üstüste kayalar
Öbür yanında ben"
Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
Eskimiş şeylerle avunamıyoruz
Domino taşları ve soğuk ikindiler
Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
Gölgemiz tortop ayakucumuzda
Sevinsek de sonunu biliyoruz
Borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum
İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
İyice kurulamıyorum saçlarını
Bir bardak şarabı kendim için içiyorum
"Halbuki geyikli gece ormanda
Keskin mavi ve hışırtılı
Geyikli geceye geçiyorum"

Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.

Turgut Uyar

12 Haziran 2008 Perşembe

Beyaz Peugeot


güneşin altında radyo dinleyen çocuk

sen bu dünyaya mı aitsin

hayatın nasıl olduğu değil kimlerle olduğu

önemli dersin

göğe ara sıra başını kaldır bak öyleyse

kendine ait bir yıldız bulabilir misin

İçinde hiçbir şey olmayan bir dünya özlüyorsun

hadi birkaç şeyi daha atsak boşluğa

sevinir misin 



sevdikleriyle anlaşamayan anlaştıklarından

durmadan kaçan

bakıp on altı yaşından ağlayan çocuk

peugeot çalışmıyor biraz ittirir misin

eğer çalışsaydı uzun bir yolculuk isterdin

beyaz peugeot'yu kullanan arkadaşına de ki:

çok gaz verme vitesi ikile beni unutma ,

herkesin herkesle sevgili olduğu bir toplumu

özleyen

ve bütün gün güneşin altında radyo dinleyen

bu çocuğu unutma

bir gün buradan gideceğim

sen kontağı çevir vitesi ikile beni unutma

uzak yollar beni çağırıyor

hiçbir şey yapmayacağım bundan sonra

"ben buradayım" de güneşin altında radyo

dinleyen çocuğa "dünyadan korkma"

güneşin altında radyo dinleyen çocuğu sakın

unutma güneşin altında radyo dinleyen çocuk

fm'de ne çalıyor

dünya senin ama sen dünyaya ilişme

peugeot çalıştı korna çalıyor bin arkaya

her şey önünden bir bir geçsin başını cama daya

başını cama dayayan çocuk hoşçakal

ben burada kalıyorum güneşin altında

anteni çıkar radyonu aç düşlerimi unutma


Ahmet Güntan

11 Haziran 2008 Çarşamba

Aşk


Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git.
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin
Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık
Sevgiyeydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü
Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti
Yoktu dünlerde evvelsi günlerdeki yoksulluğumuz
Sanki hiç olmamıştı

Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu
Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı İstanbullar
Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların dünyaların
Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek
Ki Karakoy köprüsüne yağmur yağarken
Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
Çünkü iki kişiydik

Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra
Sonrası iyilik güzellik.


Cemal Süreya

10 Haziran 2008 Salı

Gazel (ağlatmayacaktın)


Azm-i sefer ettin dil-i nâçârı unutma

Gittin güzel ammâ bu dil-efkârı unutma

Gâhîce uyandıkça şebistân-i safâda
Şol gice olan sohbet-i hemvârı unutma

Vardıkça şeker-hâba girip bister-i nâza
Ne zehr içer dîde-i bîdârı unutma

Ben sabr edeyim derd ü gam-i hecrine ammâ
Sen de güzelim ettiğin ikrârı unutma

Ağlatmayacaktın yola baktırmayacaktın
Ol va’de-i tekrâr-be-tekrârı unutma

Yok tâkati hicrânına lûtf eyle efendim
Dil-haste-i aşkın olan Esrârı unutma

Esrar Dede

8 Haziran 2008 Pazar

Elimden Gelen Bu


Elimden gelen bu ben iki kişiyim

Çoğalmak neyse ne azalmak zor
Birisi seni her an bırakıp gittiğim
Öbürü kan gibi tutulmuş seviyor
Ağzındaki acı alnındaki çizgiyim
Gözlerine kirli bir bulut getirdim
Hiçbir sevinç aydınlığı onu silemiyor

Elimden gelen bu ben iki kişiyim
Birisi kapadığın kapılardan gitmiyor
Yağmur yağmaksa o güneş açmaksa o
Bir yerin üşüse onun sıcaklığı
Öbürü en içten çağrını işitmiyor
Alıp tutmaksa o basıp gitmekse o
Bakışları kıyısız deniz uzaklığı

Elimden gelen bu ben iki kişiyim
İkisi birden çıkmaya uğraşıyor
Bilmem ki hangisinden nasıl vazgeçeyim
Birisi yeni baştan serüvene başlamış
Öbürü silahında son mermiyi sıkıyor
Çoğalmak neyse ne azalmak zor

Attila İlhan

Şarkı


Ah eden kimdir bu saat kuytuda
Sustu bülbüller, hıyaban uykuda
Şimdi ay bir serv-i simindir suda
Esme ey bad, esme canan uykuda

Başka aşıklardan almışsan nefes
Başka yerden, başka vadilerden es
Doğmasın ruhunda ani bir heves
Esme gülşenden ki canan uykuda

Yahya Kemal Beyatlı

7 Haziran 2008 Cumartesi

Dedikodu


Kim söylemiş beni

Süheyla'ya vurulmuşum diye?
Kim görmüş, ama kim,
Eleni'yi öptüğümü,
Yüksek kaldırımda, güpe gündüz?
Melahat'i almışım da sonra
Alemdara gitmişim, öyle mi?
Onu sonra anlatırım, fakat
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?
Güya bir de Galataya dadanmışız;
Kafaları çekip çekip
Orada alıyormuşuz soluğu;
Geç bunları, anam babam, geç;
Geç bunları bir kalem;
Bilirim ben yaptığımı.
Ya o, Mualla'yı sandala atıp,
Ruhumda hicranını söyletme hikayesi?

Orhan Veli

6 Haziran 2008 Cuma

Doğunun Sevdaları II

ay kanar, sevda akar, bir dağ
bir dağ kendini delerse

sesini yangına verse
o dağdır acıların külhanı
ve usul uçan şahin
kanadında bir cerağ
ve kalbim bir şehrayın
gibi kendinde yananı
alıp hasrete giderse

ay kanar, sevda akar, bir dağ
bir dağ kendini delerse

akşam ki pekmezle yanıp
korkunç bir ipek humması
ateşi kükreten, vahim
ve kolsuz ve tecrid hırkası
gibi kendini kuşanıp
ölüm, bir yaz kadar hain
alıp başını giderse

ay kanar, sevda akar, bir dağ
bir dağ kendini delerse

5 Haziran 2008 Perşembe

Kirli Soru

Benim oralarda hiçbir işim yoktu 
Şeytana uydum,
Aç ahtapotlar kaynaşırken dipte
Kaypak kalabalıkta sürükleniyordum.

İnce yüzünüzde üzgünce bir bakış
Birden sizi gördüm,
Açtı arı doruklarda bir safran
Durdum.
İlk sevgili güldü yitik anılardan
Mutsuz, yalnız
Sessiz kınamanızı, utançlarda küçülmüş
Aldım, geri döndüm.

Gelsem,
Siz yine orada mısınız?

Behçet Necatigil

Memleketimden İnsan Manzaraları



Haydarpaşa garında

1941 baharında
saat on beş.
Merdivenlerin üstünde güneş
yorgunluk ve telâş
Bir adam
merdivenlerde duruyor
bir şeyler düşünerek.
Zayıf.
Korkak.
Burnu sivri ve uzun
yanaklarının üstü çopur.
Merdivenlerdeki adam
-Galip Usta-
tuhaf şeyler düşünmekle
meşhurdur:
"Kâat helvası yesem her gün" diye düşündü
5 yaşında.
"Mektebe gitsem" diye düşündü
10 yaşında.
"Babamın bıçakçı dükkânından
Akşam ezanından önce çıksam" diye düşündü
11 yaşında.
"Sarı iskarpinlerim olsa
kızlar bana baksalar" diye düşündü
15 yaşında.
"Babam neden kapattı dükkânını?"
Ve fabrika benzemiyor babamın dükkânına"
diye düşündü
16 yaşında.
"Gündeliğim artar mı?" diye düşündü
20 yaşında.
"Babam ellisinde öldü,
ben de böyle tez mi öleceğim?"
diye düşündü
21 yaşındayken.
"İşsiz kalırsam" diye düşündü
22 yaşında.
"İşsiz kalırsam" diye düşündü
23 yaşında.
"İşsiz kalırsam" diye düşündü
24 yaşında.
Ve zaman zaman işsiz kalarak
"İşsiz kalırsam" diye düşündü
50 yaşına kadar.
51 yaşında "İhtiyarladım" dedi,
"babamdan bir yıl fazla yaşadım."
Şimdi 52 yaşındadır.
İşsizdir.
Şimdi merdivenlerde durup
kaptırmış kafasını
düşüncelerin en tuhafına:
"Kaç yaşında öleceğim?
Ölürken üzerimde yorganım olacak mı?"
diye düşünüyor.
Burnu sivri ve uzun.
Yanaklarının üstü çopur.

Denizde balık kokusuyla
Döşemelerde tahtakurularıyla gelir
Haydarpaşa garında bahar
Sepetler ve heybeler
merdivenlerden inip
merdivenlerden çıkıp
merdivenlerde duruyorlar.

Nazım Hikmet